Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Ruhun Kodu’nda (The Soul’s Code, 1996), Hillman meşe palamudu teorisini, insan yaşamını yalnızca genetik determinizm veya rastlantı olarak açıklamaya alternatif olarak sunar. Meşe palamudu teorisinin fikri, Platon’un Devlet’teki (“The Republic”) “Er Miti”nden gelmektedir. Platon’u izleyerek Hillman, her ruhun (psyche) doğmadan önce ona özel bir daimon (ruh kılavuzu) verildiğini ve bu daimon’un, kişinin yeryüzünde yaşaması gereken bir yaşam desenini seçtiğini öne sürer. Daimon ruhu dünyaya götürür, ancak doğumda unutulur. Unutulmasına rağmen, daimon ruhun kaderini hatırlar ve kişiyi yaşam boyunca yönlendirir: “Bu nedenle daimon, kaderinizin taşıyıcısıdır” (Hillman, s. 8). Doğumdan önce, insanlar ruhlarına en uygun beden, ebeveynler, yer ve koşulları seçer. Biz dünyaya bir çağrıyla çağrılırız. Buradan Hillman şu sonuçlara varır:

  1. Daimonik çağrı insan varoluşunun temel bir gerçeğidir.
  2. İnsanlar yaşamlarını bu çağrı ile uyumlu hâle getirmeye çabalamalıdır.
  3. Kazalar, hastalıklar ve tüm sıkıntılar bu çağrıyı gerçekleştirmeye hizmet eder.

Plotinos fragmanındaki “kişinin karakteri onun daimondur” ifadesinin çift anlamını duymak önemlidir. Antik Yunanlılara göre karakteriniz bir anlamda “size verilmiştir” — kim olduğunuz tamamen sizin kontrolünüzde değildir. “Sizin” eylemleriniz “sizin” karakterinizi açığa çıkarır ama bu karakter size verilmiş, tanrısal bir armağandır. Daimon tekinsizdir; çünkü sıradan olanın içinde ortaya çıkar ama sıradan değildir. Antik Yunanlılara göre, daimonik sadece benliğin “içinde” — tutkular, kan vb. — değil, aynı zamanda benliğin “dışında” — rüzgârda, yağmurda, ateşte, hayvanlarda — da görünür.

Daimon’u ayrıntılandıran Heidegger (1982), onun daio ile ilişkisini vurgular; bunu “göstermek, işaret etmek anlamında kendini sunmak” olarak çevirir (s. 151). Bu “işaret etme” ya da “gösterme” anlamı, Yunan tanrılarının önemli bir özelliğiyle ilgilidir — onlar işaret verir ve gösterir. Olağan olanın şaşırtıcı varlığı, yani garip ve tekinsiz olan, bir eserde ad, şekil ve biçim kazanır; bu tanrıdır. Tanrı, şeylerin ve bizim nasıl olduğumuzun bir göstergesi, işareti, belirtisidir. Sonuç olarak, daimon Varlık’a işaret eder; görünmez ve ele geçirilemez Varlık’ın kendisini belirtir; tanrısal olan, Varlık’ın uçsuz bucaksız boşluğunda ortaya çıkar.

Heidegger’in daimon yorumları, bu kelimenin ilahi, ezici, aşılamaz bir şeyi tanıma olduğunu gösterir; bu şey, eylemlerimizde ortaya çıkar, onlardan doğar, onlara rağmen belirir ve kontrolümüze direnç gösterir. Antik Yunanlılar böylece kendilerini tekinsizin ve yabancının mahallesinde yaşar bulmuşlardır. Anlamlı ve önemli olan, bu dünyanın ötesinde değil, bu dünyanın kendisinde ve dünyadaki olaylarda görülürdü. Tanrılar, spekülasyon veya teolojinin nesneleri değil, dünyada ve çevremizde etkin olan doğaüstü güçlerin göstergeleridir. İlahi olan, bizi tamamen aştığı için değil, bize bu kadar yakın, bu kadar basit ve sıradan, belirli olaylara ve eylemlere özgü olduğu için kavranamazdır.

Ruhun Kodu’nda Hillman (1996), insan yaşamını genetik determinizm veya rastlantı olarak açıklamaya alternatif olarak palamut teorisini (acorn theory) sunar. Bu teori fikri, Platon’un Devlet’teki “Er Miti”nden gelmektedir. Platon’u takip eden Hillman, her ruhun (psykhe) doğumdan önce benzersiz bir daimon’a sahip olduğunu ve bu daimon’un kişinin yeryüzünde yaşayacağı yaşamın desenini seçtiğini öne sürer. Daimon ruhu dünyaya yönlendirir, ancak daimon doğumda unutulur. Unutulmuş olsa da, daimon ruhun kaderini hatırlar ve kişiyi yaşamı boyunca yönlendirir: “bu nedenle daimon, kaderinizin taşıyıcısıdır” (Hillman, s. 8).

Doğumdan önce insanlar, ruhun doğasına en uygun bedeni, ebeveynleri, yeri ve koşulları seçer. Biz dünyaya bir çağrıyla çağrılırız. Buradan Hillman şu sonuçları çıkarır:

  1. Daimonik çağrı insan varoluşunun temel bir gerçeğidir.
  2. İnsanlar yaşamlarını bu çağrıyla uyumlu hale getirmeye çalışmalıdır.
  3. Kazalar, hastalıklar ve tüm sıkıntılar bu çağrıyı yerine getirme sürecinin hizmetindedir.

Plotinos’un bir fragmanındaki “karakterin senin daimon’undur” ifadesindeki çifte anlamı duymak önemlidir. Antik Yunan’da karakterin bir anlamda “sana verilmişti” — kim olduğun tamamen kendi kontrolünde değildi. “Senin” eylemlerin “senin” karakterini ortaya çıkarır ama aynı zamanda sana verilmiş, ilahi bir armağan niteliğindedir. Daimon, sıradan olan her şeyin içinde görünmesine rağmen sıradan olmayan bir unsurdur. Antik Yunan’da daimonik, yalnızca kişinin içindeki ögeler (tutkular, kan) aracılığıyla değil, aynı zamanda kişinin dışındaki ögeler (rüzgâr, yağmur, ateş, hayvanlar) aracılığıyla da ortaya çıkardı.

Heidegger (1982), daimon’un “göstermek” ya da “işaret etmek” anlamına gelen daio ile ilişkisini belirtir (s. 151). Bu “işaret etme” ya da “gösterme” anlamı, Yunan tanrılarının önemli bir özelliğiyle ilgilidir — onlar işaret verir ve gösterirler. Sıradan olanın şaşırtıcı varlığı, garip ve tekinsiz olan, bir işte ad, şekil ve biçim alır; bu, tanrıdır. Tanrı, şeylerin ve bizim kim olduğumuzun bir göstergesi, işareti, belirtisidir. Böylece daimon, Varlık’a işaret eder; daimon, görünmez ve kavranamaz Varlık’ın kendisini işaret eder; böylece ilahi olan, Varlık’ın uçurum gibi boşluğunda görünür hale gelir.

Heidegger’in yorumları, daimon’un ilahi, ezici, aşılamaz bir şeyi ifade ettiğini ve bunun eylemlerimiz aracılığıyla ortaya çıktığını, ancak bizim kontrolümüzden kaçtığını gösterir. Antik Yunanlılar bu şekilde kendilerini tekinsiz ve garip olanın yakınında yaşar bulmuşlardır. Anlamlı olan, bu dünyanın ötesinde değil, bu dünyanın şeylerinde ve olaylarında bulunurdu. Tanrılar, bir teolojinin nesneleri değil, dünyada ve çevremizde etkin olan doğaüstü güçlerin işaretleriydi. İlahi olan, bizi tamamen aştığı için değil, bize çok yakın, çok basit ve çok sıradan olduğu için kavranamazdır.

Heidegger, Yunanlılara, Hölderlin’e ve Nietzsche’nin “deli adam”ına cevap verirken, tanrılardan ve “son tanrı”dan bahseder. Daimon’un verdiği ölçü tekinsizdir; ancak “son tanrı” sorgulamadır. Sorgulama, tanıdık olanı sarsar, dünyayı ve kendimizi yabancılaştırır. Sorgularken kim olduğumuz haline geliriz: Olasılıklara açık, dünyanın ve kendimizin gizemlerine açık. Düşünürün tanrısı, daimon, tekinsiz, “son tanrı”dır; sorgulamayı talep eder, böylece düşünür ve insan olarak kendimize sadık kalırız. Bu temel düşünme, inançtır; burada felsefenin, dinin ve teolojinin inancı şüphe altındadır. Şüphe içindeki inanç, daimon tarafından açığa çıkarılır.

Daimonik çağrı şeytani hale geldiğinde kişi kendine ait olmayan, daimon’un zamansız ve ölümsüz niteliklerini kendiymiş gibi görür. Hillman (1996), birçok seri katilin biyografilerini inceleyerek daimonik çağrı’nın nasıl şeytani bir çağrıya dönüştüğünü gösterir. Her vakada küçük yaşlardan itibaren bazı özellikler vardır:

  • Soğuk bakışlar, buz gibi kalp
  • Mizah yoksunluğu
  • Kesinlik, kibir, esneksizlik, “saflık”
  • Gölgenin fanatik yansıtılması
  • Zamanın dışında olma hissi
  • Şansın mistik bir duyusu
  • Engellenmeye karşı öfke
  • Paranoyak bir güven talebi
  • “Kötülük” mit ve sembollerine çekim
  • Trans anları veya kendinden geçme halleri
  • Sıradanlık korkusu

Tüm yıkıcı davranışlar, insanın kendi sınırlılıklarını kabul etmemesinden doğar. Daimon’un sınırsız vizyonunu kelimesi kelimesine yaşamaya çalışmak, kişiyi yok edici bir yola sürükler.

Yıkıcı fantezilere saplanan kişi, psikolojik bir ölümü deneyimleyemez. Buna karşılık, bu fantezilerden uzaklaşıldığında, psişik gerçeklik yüce ama yıkıcı olmayan bir nitelik kazanır. Hillman, patolojiyi yalnızca tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak gören tıbbi yaklaşımı da eleştirir. Yıkıcı dürtüleri bir dönüşüm işareti olarak gören terapist, danışanı bu deneyimler üzerinden özgürleştirebilir.

Bu bağlamda, son Connecticut okul saldırısı gibi trajedilerde tek bir nedene indirgemek yetersizdir. Silah erişimi, ilaç kullanımı, psikiyatrik etiketler gibi unsurlar tartışılabilir ama bunlar yalnızca belirtilerdir. Hillman, şu yedi temel açıklamadan bahseder:

  1. Erken travma
  2. Kalıtsal faktörler
  3. Grup değerleri
  4. Özgür irade
  5. Karma
  6. Jung’un “gölge” kavramı
  7. Lacuna — temel insani bir eksiklik

Son olarak daimonik açıklama vardır: Sana özgü bir karakter, kader, hakikat, zorunluluk ve çağrı vardır. Bu, yaratıcı dehanın da, yıkıcı eğilimlerin de kaynağıdır. Aynı enerji, hem Van Gogh’un fırçasında hem de bir katilin silahında bulunabilir.

Hillman, bu çağrının hem yaratıcı hem yıkıcı potansiyeli olduğunu, bu nedenle bireyin sınırlı varoluşu ile daimon’un potansiyeli arasında doğru bir ilişki kurulmadıkça bu trajedilerin süreceğini savunur.


Kaynaklar
Potter, B. (2013, Ocak 7). Blog yazısı.
Heidegger, M. (1982). GA 54, Parmenides, cilt 54, Gesamtausgabe. Frankfurt: Klostermann.
Hillman, J. (1996). The Soul’s Code. New York: Grand Central Publishing.

Leave a Reply

info@jungianstudiesistanbul.com

Abone Ol!

e-Posta bültenimize abone olun son içeriklerden haberiniz olsun!

Jungian Studies İstanbul © 2025. Tüm hakları saklıdır