“Aslanın kalbi güneş gibidir: yuvarlak, dolgun ve bütündür. Bu kalbin klasik simgeleri altın, kral, kırmızılık, sol, kükürt, ısıdır. Varlığımızın merkezinde parlar ve dışa doğru yayılır; cömert, babacan, teşvik edici.
Aslanın düşüncesi, hayatı öylesine ısıtır, dünyayla öylesine uyum içindedir ki, düşüncesi irade ile birdir; dünyada kendini gösterir, kral gibi tahta oturur, gündüz gibi sarıdır, kükreyerek ses verir, dogma gibi sabittir. Düşünce kendini irade, ruh hâli ya da sevgi, canlılık, güç veya hayal gücü olarak sunar ve kendini düşünce olarak tanımaz, çünkü bu düşünce yaşamdan soyutlanmış, içe dönük, reflektif akıl yürütme değildir.
Aslan kalbinin özü, inandığını düşünmemesidir. Böylece onun düşüncesi dünyada proje, arzu, kaygı, misyon olarak görünür. Düşünme ve yapma birliktedir. Bizi savaşa götüren cesur düşünce budur; çünkü Mars kırmızı bir aslana biner ve kahramanlar – Davut, Samson, Herkül – göğüslerinde dünyayı dolduran eylem açlığıyla karşılaşmak zorundadır.
Aslan yüreğinin ilk temel özelliği, düşüncesinin düşünce olarak görünmemesidir; çünkü o, güneş gibi dünyaya yayılır ve onun hareketiyle uyum içinde kalır.
Yalnızca düşünmediğini bilmemekle kalmaz, aynı zamanda düşüncesi bütünüyle nesnelleşmiştir. Sevgisi ve iradesi, kendi ve öteki, kendi ve Tanrı öylesine birdir ki, kozmosa bakışı monist ve monarşiktir; tek ilke, tek tanrı, kalp ise daima bütündür. Monarşik bütünlük, onun tipik psikopatolojisini – yoğunluğun psikopatolojisini – tanımlar: kalbin kendi ritmik sistol ve diyastolünün büyütülmesiyle aşırı derecede tekleşmesi, tek taraflı olarak manik ya da depresif, cömert ya da bencil, kükreyen ya da tembel hâle gelmesi.
Bu yüzden, aslan yüreği için bilincin görevi, kendi düşüncesinin arketipsel yapısını tanımaktır; eylemlerinin, arzularının ve ateşli inançlarının hepsinin himma’nın hayalleri olduğunu ve hayat, sevgi, dünya olarak deneyimlediği şeyin aslında kendi içsel tasarımı olup makrokozmos olarak dışarıya yansıtıldığını fark etmektir.”
“Dolayısıyla, kötülük sorusu – tıpkı çirkinlik sorusu gibi – öncelikle karşısındakine tepki vermeyen, böylece dünyanın renkli, duyusal yüzünü tekdüzeliğe, aynılığa, teklik haline getiren, hissizleşmiş kalbe aittir. Modernitenin çölü.
Şaşırtıcı biçimde, bu çöl kalpsiz değildir; çünkü çöl, aslanın yaşadığı yerdir. Çöl ve aslanın aynı imge içinde uzun bir birlikteliği vardır; bu nedenle, tepkisel kalbi yeniden bulmak istiyorsak, onun en az var gibi göründüğü yere – çöle – gitmemiz gerekir.
Physiologus’a (hayvan psikolojisi üzerine geleneksel öğreti) göre, aslan yavruları ölü doğar. Onların hayata uyanması için bir kükremeyle uyandırılmaları gerekir. İşte bu yüzden aslanın böyle bir kükremesi vardır: uyuyan genç aslanları – bizim kalplerimizde uyuyanları – uyandırmak için. Demek ki, kalbin düşüncesi basitçe verilmiş, doğuştan gelen, her zaman hazır bir tepki değildir; aksine kalp provoke edilmeli, çağrılmalıdır. Marsilio Ficino’nun güzellik için yaptığı etimoloji de budur; kallos, der, kaleo’dan gelir: provoke etmek.
Güzellik, hayata öfkeyle ya da öfkelendirilerek çağrılmalıdır; çünkü aslan yavruları ölü doğar – tıpkı bizim tembel siyasi uyumluluğumuz, televizyon karşısındaki et yeme uykumuz, ve aslanın kendi metali olan altının paracelsusçu ilacı olduğu felç hâlimiz gibi. Kalpte pasif, hareketsiz, uykuda olan şey bir çöl yaratır; bu çöl ancak kendi ebeveyn ilkesinin – kükreyerek uyandıran bakımının – yardımıyla tedavi edilebilir. Wallace Stevens’ın dediği gibi: “Aslan, öfkelendiren çölde kükreder.”
Ruhun tutkuları, çölü yaşanabilir kılar. İnsan, taş mağarada değil, aslanın içindeki kalpte ikamet eder. Çöl Mısır’da değildir; kalbi terk ettiğimiz anda her yerdedir. Azizler ölmemiştir; onlar ruhun aslanî tutkularında, baştan çıkarıcı imgelerde, kükürtlü fantezilerde ve seraplarda yaşar: sevginin yolu. Hayatın çölünden – ya da hayatın herhangi bir ânından – geçiş yolumuz, onu bir çöl olarak fark etmektir; hayvanı uyandırmak, arzunun nöbetini, onun aç pençesini, güneş gibi sıcak ve uykusuz hâlini, kükürt gibi patlayan hâlini, ruhu ateşe veren hâlini.
Harvey’nin zaten ölmüş kalbi – “fitness”ın canlılığın yerini aldığı – koşarak geçtiği ıssızlığı yaratır; kulaklar tıkalı, yaşam süresini uzatma teriyle kör olmuş, nereye gittiğini bilmeden koşan zombiler güzelliği hareketle siler. Eğer güzellik hareketi durduruyorsa, hareket güzelliği ortadan kaldırır.
Biz o öfkeden korkarız. Kükremeye cesaret edemeyiz. Arkada Auschwitz, ufukta bomba varken, küçük aslanlar olarak televizyon karşısında uyuruz; kalp, artık kendi pıhtılaşmış kükürdüyle dolmuş, inine çekilmiş bir canavara – kalp krizine – dönüşmüştür.
Psikolojik olarak, öfkemizi “agresyon”, “düşmanlık”, “güç kompleksi”, “terörizm”, “hırs”, “şiddet sorunu” gibi olumsuz, örtük kavramlarla bastırdık. Psikoloji aslanı analiz eder.
Peki bu ‘agresyon’ mudur, yoksa çölde öfkeyle kükreyen aslan mı? Psikoloji, aslanın doğal kükürdünü görmezden gelmedi mi, aslana binen Mars’ı – Venüs’ün sevgilisi, adalet talep eden Mars’ı – ihmal etmedi mi? Splendor Solis. Sol invictus: Kalbin Mithra’sı.
Kalp, aslan olarak gerçekten de hayvanların kralıdır; hayvani bir kral. Ve içsel güzelliğimiz – vakarımız, asaletimiz, ölçümüz, asillik payımız – her zaman karakter bilgisinin varsaydığı gibi kalbin hayvanından gelir.”
Kaynak
- Hillman, James. The Thought of the Heart (1981).
İçinde: The Thought of the Heart and the Soul of the World, Spring Publications.
Alıntılar:- “The Lion Roars at the Enraging Desert” — s. 11–13, 64–68.
- Görsel: Leonardo da Vinci, Roaring Lion, kırmızı tebeşir, bej kâğıt.
Ek not:
Metinde geçen “The lion roars at the enraging desert” ifadesi, Wallace Stevens’a aittir.
Ficino, kallos kelimesinin kaleo (“çağırmak, davet etmek, provoke etmek”) kökeninden geldiğini belirtir.
Physiologus, hayvan sembolizmi ve psikolojisi üzerine erken dönem bir metin derlemesidir.
